24 Aralık 2016 Cumartesi

etler ve kemikler



 Ellerimiz kanayana kadar yazıp birbirimizden habersiz birlikte yıldızları izlediğimiz bir meleğim var ve her seferinde ruhumu ele geçiren ifadem var. Kimsem yok kimse yok ölüyüz.

 Hakkında bilmediklerimin aksine kalbimdeki meleğin varlığını hissediyorum ki yazacağım en basit bir kelimenin bunun büyüsünü bozmasından korkuyorum. O ruhumu tamamlıyor ve yarım bırakabilme ihtimali, yokluğunda bile beni lavlarla boğuyor.

 Cümlelerinde kaybolduğum ifadem var ki  farkında bile olmadığımız şu gümüş bağın bir ucuna sığınıyor. İtiraf ediyorum 'atmosferinde kendimi kaybetmek güzel' Ve ses tonunu bıraktığı kozmosa ruhumu bırakıyorum. Ruhumun kalanını cümlelerinle ele geçirebilirsin çünkü artık* onu kimseye hediye etmek istemiyorum.


iyi yazamıyorum özür dilerim ama bu sıralar göz doyuran kalbi besleyen satırları vaat edemiyorum çünkü ruhumu iyileştiriyorum.

üzerinden aylar geçti ben abarttım ve ben mahvoldum geçmiş için teşekkür ediliyor.

ve günahlar boğacak bizi, ve kararan kalpler.

sevgi nefrete nefret sevgiye dönüşüyor ya da hep aynı kalıyor ama kişi hangisinin gerçek olduğuna karar veremiyor.

"hislerime yenik düşmemeliyim" cümlesini kurmak çok acı insan hissettiği kadar var olabiliyor.

üzerine alınırsa burda birine yer vermek istiyorum çünkü onun bedeninde yaşayan ruhun satır aralarına yakıştığını düşünüyorum
çünkü,
hayır ilerletemiyorum çünkü içimden taşıyorum.

eline kalem geçince insan kendini acılara teslim ediyor çünkü mürekkebi kandan kullanmak yazılanları değerli kılıyor.

ete ve kemiğe bürünmeye çalışan birtakım kelimeler
akla gelen ilk kelimeleri işlenmeye müsait olan ilk düzleme yazmış
ama unuttu
unutuldu
ve bu cümleler normal atfedilen sınırlara sığmıyor
bir takım
ki inan bunlar hiçbir anlamı olmayan cümleler
-inanırsan-
ve acziyet ve ben!
ruhum nerede kimin elinde ve diğer yarısı normal atfedilen sınırları aşıyor ama bu ona değer
-bence inanma-
yırtık bir bardak var ama elleri güzel kokuyor çünkü
bardağı kahve doldurmuş kaçınılmaz sonundan önce
ve inanmak -ama neye-
ki ben yalan söyledim her kelimem bi anlama sığınıyor
etler ve kemikler
ve bir takım
hafif bir melankoli ve uykulu bir hal ile
ve ruhunu besliyor
ne yaptığından habersiz
-inanırsan-



* artık, 22:39 itibariyle

1 Kasım 2016 Salı

deli olmak ne demek bilmiyorum

 Bir şeyler nasıl gidiyor? Sanki haddimize olmayan meseleleri haddinden fazla kişiyle tartışmamışız gibi, içimde bir şeyler -yaşanmışlıklar ya da yaşanması muhtemel düşünülenler- öyle doluyorlar ki hala bi' yerlere satır satır taşmak istiyorlar.

Şu sıralar "yazsam roman olur" tadında olaylar zincirine şahit hatta dahil oluyorum. Günce gibi bunları buraya yazmaya bu kadar hevesli oluşum da içimden dolup taşmaya başlayan zincirlerden. Ama günlüğüme bile -günlük sayılmaz- olayları uzun uzun anlatabilmek için gereken şey her neyse, bende yok. Bu yüzden yaşananlardan çok hislerle işim.

Yaşananların en şaşırtıcı yanı, bu sefer kafamın içinde değil gerçekten yaşanıyorlar. Bir şeyler somut olarak oluyor ve ben bunun kesinlikle bilincindeyim.

Her seferinde biraz daha realist yazacağım, anlaşılmaz olmayacağım diyorum ama benim gerçeğim bu. Filozof değilim; gerçek nedir doğru var mıdır diye sorgulamıyorum. Sadece yazdıkça daha iyi anladığım bu metafizik dolu cümleler benim, benliğimi oluşturan ruhun gerçekleri.
Ne kadar somut şeyler yaz denilse de ben bir öykü misali somut yaşananları yazarsam, yazmanın zevkine ya da bana hissettirdiklerine ulaşabileceğimi sanmıyorum.
Kendimin bile anlamadığı şeyler yazma çabasında değilim, özgünlük ama böyle bir özgünlük değil. Şurdaki her cümlenin bana hissettirdikleri ve hatırlattığı anlamlar var, okuyanların da benden farklı da olsa hissedebildiklerini biliyorum. Kalp çok ilginç bir organ, biyolojik olarak demiyorum.

Alıntı yapıyorum:
"Soylu, kültürlü ve zarif bir kadın olan Charlotte von Stein, Geothe'nin başkasını sevmesini değil, o kadının basitliğini kaldıramamıştı."

Buna ekleyecek bir şeyim yok, yeterli.

 "Veronika'nın aşk uğruna her şeye katlanma kararına karşın ilişki yürümemişti."

Veronika bu yanlış bir karardı. Yapmamalıydın. Yine de bütün o yaşadıklarından sonra ruhunun bedeninle bağlantısını kesebilmeyi hak ediyordun, yapamadığın için sana üzülüyorum.

"Şairler dolunayı severler, hakkında binlerce şiir yazılmıştır, oysa kız en çok yeniayı severdi. Çünkü daha gelişecek, büyüyecek, kendi yüzeyini tamamen ışığa boğacak zamanı olurdu, kaçınılmaz yok oluşundan önce."

Yeniay, hilal. Daha kendi yüzeyini tamamen ışığa boğacak zamanı var. Kaçınılmaz yok oluşundan önce. Kaçınılmaz ama kaçınmamak daha iyi. Parlayacak zamanı karanlık tarafıyla harcamamalı.

" - Deli olmak ne demek bilmiyorum.
-Kendi dünyasında yaşayan herkes delidir. Şizofrenler, psikopatlar, manyaklar. Yani diğerlerinden farklı olanlar.
- Yani senin gibiler mi? " 

Ne yani, benim gibiler mi?  Bizim gibiler mi?  Yeryüzünde delirmeyen kim kaldı?

"Bir zamanlar hayat veren dudakların
Şimdi son versin benimkine! "

Juliet, dudaklardan dökülen kelimeler orda barınan bir zehirden daha öldürücü olabilirdi. Acını küçümsemiyorum ama severek ve sevilerek öldün.

"Ruhu üzerine eğildim,
ama bir şey bulamadım."

Bir ruhun bomboş olma ihtimalini aklım almıyor. Belki tamamen  kötülükle kararmıştır ama tamamen boş olabileceğini düşünmüyorum. Belki olabiliyordur. Kişilerin kontrolünü kaybettiği ruhlar boş ve kayıptır belki.

 
    "O kadar aptalca bir şeydi ki; şimdi nerede olduğunu bile bilmediği ama gençliğinde umutsuzca çok derinden sevdiği bir adam yüzünden depresyona girmek,delirmek.."


Aptalca? Haklı gözüküyor.

"Fakat o, kendine danışman kılmış kendi hislerini
 Öylesine uzak ki,
 Anlaşılmaktan ve keşfedilmekten
 İçine kapanmış." 

 Alıntı yapmayı burda bitiriyorum.Aslında sanırım sözlerimi burda bitiriyorum. Bu şeyer yine beni duygusal bir akıma sürükleyecek, yine depresif edebiyatlara boğacak diye korkuyorum. Bir müddet 17 yaş edebiyatı gibi yazılara kaptırmıştım kendimi. Halbuki 17. yaşın da bu denli özel olduğunu düşündüren;  o aşkı ve sevgiyi, dostluğu ve birtakım duyguları haddinden fazla abartan kültürden başkası değil. Yazılmış şiirler, çekilmiş sahneler, söylenmiş sözler yüzünden böylesine iflah olmaz bir romantizme kapılıyoruz. Kendi yazdığımız kelimeler dahi hislerimize yön verebilecek güçte. Yoksa o kadar afili duygular içinde değiliz hiçbirimiz. Bu sefer bitiriyorum. İyi günler güzel insanlar ve gerçeklikten sapmış hayaller sizinle olsun tüm ruh hastaları.


23 Eylül 2016 Cuma

somut kabus



  Oda karanlık. Satırları göremeyecek kadar karanlık ama aynada yansımanı görecek kadar aydınlık. Aynada odada olmayan şeyler var.
 Pencerede biri oturuyor dışarı doğru, gökyüzüne yönelmiş bedeni. Elinde bir bardak içinde ne olduğunu söylemiyor ama içimi güzel. Bacakları aşağı doğru sallanıyorken topluyor bağdaş kuruyor kucağında oturan bir kedi, zıplayıp kaçıyor çok durmadan yalnız kalıyor.
 Bu gece mevsiminin en soğuk gecelerinden. Üşümeyi seviyor. Kalın kazaklara girip sıcak çikolatasını yudumlayan o romantik kış insanları gibi değil. Ürpermeyi seviyor. Issız masalsı geceler ama yalnız kulübesinde oturan yaşlı cadıların masalları gibi ıssız. Karanlıkta rüzgar bağırıp duruyor müziği engellercesine. O bunu seviyor, sessizliği  de mesela fırtına öncesindekini.

 Yıldızlar bu gece saymaya cesaret edilemeyecek kadar fazla belli ki sönmüş yıldız cesetleri dahi orda. Bir şeyler var bu gece orda, camda soğuktan burnu kızarmaya başlıyor.
Gökyüzüne kadeh kaldırıyor, elinde bardağı içinde ne olduğunu söylemiyor. Gökyüzüne kadeh kaldırıyor gerçi kime yönelttiği belirsiz. Gökyüzüne. Başını sallıyor 'böyle de idare ediyoruz her şey yolunda' dercesine. İyi idare ediyor ama edememekten delice korkuyor.
 Elini indirirken bir kez şimşek çakıyor cevap gecikmedi diyor. Şimşek ikinci kez çakıyor bütün şehir parlıyor o ürperiyor. Gökyüzüne kaldırdığı bardaktan bir yudum daha alıp kalanları yere döküyor. Elinde bardağı içi boş gözüküyor. Gökyüzünden cevap gecikmiyor. Ama ne demek istediği de hiç anlaşılmıyor.

 Vakit ilerledikçe ve gece soğudukça beyninde düşünceler çoğalıyor. Ürperiyor burnu kızarmış ellerini daha fazla hissedemiyor. Zihnindekiler hiç olmadığı kadar hızlı kaynıyor.
Yağmur yağmıyor rüzgar bağırmaya devam ediyor.  Yağmur yağsa pencereden atlayacak kalbinin bütün siyahlığı akana dek ıslanacak içinden geçiyor. Elindeki bardağı bırakmıyor kalbini gökyüzüne çeviriyor. Temizlen diyor 'kötülüğünden arın.' Kalbi cevap veriyor mu duyulmuyor, kalbi atmıyor bir anlığına. Yıldızlar heyecanlandırıyor onu ardından ritmine dönüyor.

 Bardak şimşek bağıran rüzgar beynindeki düşünceler. Madde deyince aklında çağrışan her şey aklını bulutlandırıyor. Yıldızların arasında birkaç bulut da gözüküyor. Doğu tarafını sokak lambası aydınlatıyor. Batı tarafı epey karanlık gölgeler seçilmiyor. Sokak boş vakit ilerledi. Sokak lambası turuncu ama oda karanlık. Aynada odada olmayan enerjiler dans ediyor. Bir kuş görüyor sanki ama hızlıca geçiyor önünden. Emin değil kuş olduğundan, rengi gri.

 Ay bulutlara saklanmış her kaleminde eskimiş bir yakamozla tutunmaya çalışırken boğulduğu denizi yazıyor. Ay biraz da gökyüzüne tutunmaya çalışıyor. Bu gece gökyüzünde ay gözükmüyor yıldızlara penceredeki yansıması kadeh kaldırıyor.
 Ağaçlar dans etmeye başlıyor ucube bedenlerle. Beyaz tenli uzun boylu bedenlere benziyor; rüzgarın okşadığı yapraklar hışırdadıkça ağaçlar büyüyor.
Yıldızlar hareket ediyor gibi ama yıldız kayması değil. Bu gece haddinden fazla yıldız vardı önceden sönmüş yıldızlar dökülüyor şimdi.  Karşıda bir çatı var üzerinde gülümseyen biri. Kahve içiyor elinde büyükçe bir fincanı, pencerede oturana tanıdık değil.

 Düşünceleri dünyanın bütün dertlerinden uzaklaştı artık sürreal fikirleri beynini uyuşturuyor ama bu
gerçekdışılığın farkında değil. Ürperiyor. Beyaz bedenli ağaçlar dansı bırakıyorlar bu iyi değil.  Rüzgar hızlanıyor parmakları kesilmek üzere gibi. Kedi geri gelmedi. Odaya dönüyor aynadan uzak. Oda karanlık ama satırları göremeyecek kadar. Aydınlık ama korkularından saklanacak kadar. Elini alnına götürüyor normal. Geri dönüp perdeyi kaldırıyor beyaz bedenler gitmiş yıldızlar azalmış. Çatıdaki kahve içen yabancı gülümsemiyor kahvesi bitmiş.
Yatağına uzanıyor perde açık kaldı. Gece usulca odaya sızıyor. Kalkıp düzeltiyor dışarı bakmıyor. Aynadan uzak duruyor odanın lambasını açmaya eli gitmiyor. İstemiyor. Uzanıyor elinde bardağı içi boş gözüküyor. Bardak elinden düşüyor ya da bırakıyor kırılmıyor, yerde. Gözlerini kapatıyor duyduğu sesler evin içinde mi beyninde mi ayırt edemiyor.
Uyuyor.
 Mevsiminin en soğuk gecelerinden. Ay bulutlara saklanmış acılarını satırlara yazıyor. Penceredeki yansıması uyuyor. Yıldızlar sayılamayacak kadar fazla; bir şeyler oluyor. Rüzgar hafifliyor ağaç yaprakları dökülmedi dalındalar. Elektrik tellerinde kuş ölmedi bu sabah o sabahın gecesi yine kuşlar elektrik tellerinden uzak durmayı öğrenemedi.
Uyudu. Kabus bitti.
Rüyalar başlayacak.
Kabus sona erdi.

19 Eylül 2016 Pazartesi

anlam vermeyelim

Rastgele yazacağım. Neden bahsettiğimi bilmiyorum,muhtemelen bilmeyeceğim. Yazdığım hiçbir cümleden bir anlam çıkmasın istiyorum ama biliyorum, ruhum her kelimeme anlamlar yükleyecek. Belki şahsımı aradan çekip ruhum ve kalemim arasında şifrelenmiş kelimeler yazacağım ve bilincim bunun farkında olmayacak. Ama içeride biri, hepsini hissedecek.
Farkında olmak yani bilmek ve hissetmek farklı şeyler. Bilincin, aklın, varlığın bilir ama benliğin, ruhun, kalbin hisseder. Çoğunlukla neler olup bittiğinin farkında değilim ama hissediyorum ve bu muhtemelen ruhumu yoruyordur. Şu sıralar ondan biraz uzağım.

 Cümlelerim belki bunu okuyacak muhtemel yüz kişiden birini, belki beni, kalbimi etkileyecek. Geçmişten bir şeyler hatırlatacak ya da geleceğe yönlendirecek. Belki birilerini en içinden etkileyecek belki de kimse, ben dahil, bir anlam veremeden okuyup geçeceğiz.

 Bazı kelimeleri yanlış yerlerde yorduğumu düşünüyorum. Kelimeler, insanın hisleridir, onlar kadar özeldir ve onları yanlış durumlarda, yanlış yerlerde kullanmak, yanlış satırları doldurmak çok büyük bir pişmanlık.
Zihnimin duvarlarına kazıdığım önemli cümlelerden biridir ki; en derin, en berrak sanılan denizlerin aslında insanı içine çeken korkunç bataklıklar olduğunu öğrenmek, katlanılamaz bir çaresizlik hissi bırakıyor ruha. Bataklıkta çırpınırken fark ediyorsun ki, bu çaresizliğin değil. Yüzdüğünü sanarken battığını fark etmen aslında en büyük kurtuluşun. Sonra bir dal parçası bulursun, tutunur kurtulursun. Ama bu dal parçasının bir yılan olmadığından emin olmazsan, boğulmaya mahkumsun. Batarken güven duygunu yitirmişsen, kulaçların seni kurtarır.
Bana gelince beni dibe batan biri olarak, kulaçlarım kurtardı. Artık ellerimle tutuna tutuna bulutların üzerine doğru tırmanıyorum.
Sadece denize döktüğümü  sandığım özel kelimelerimin boğulmasına üzülüyorum. Kendimi kurtardım, pişmanlığım şimdi güzel kelimelerimin yanlış suda, bataklıkta batmasına. Kelimelerimin harcanışına üzülüyorum. Hayallerimin kırılışına, gözyaşlarım gibi kalbimden akıp gidişine üzülüyorum, onlar masumlardı ve güzellerdi. Yalnızca yanlış kurulmuşlardı. Hayalin doğrusu yanlışı oluyor mu, oluyormuş.

Bu gece yazabilmek için dans ettim.
Geceleri yazmak daha kolay. Zihninin içindekiler en konuşkan saatlerinde ama dışarısı sessiz. Tüm yalanların ve tüm gerçekliğin farkındasın ve elinde boş satırlarınla aşık olduğun kelimelerin var. Yazabiliyorsun, yalanlara üzülmeyi bırakınca, gerçekliği sorgulamaya başlıyorsun.
Önüne hayali bile imkansız gelen hedefler koymuşsun. Ne yapmak istediğini düşünüyorsun. Kendini keşfetme çabaları da geceleri ortaya çıkıyor. Kim olduğunu bulmaya, ruhunu tanımaya çalışıyorsun ki bu da ancak kaleminle oluyor.

Çantamdan kelebek çıktı. Kelebekler bir gün yaşamıyor. Üç gündür burda bir kelebek var ve odada benimle birlikte yaşıyor. Güzel bir kelebek olduğunu söyleyemem. Ki bu bana onun bi' kelebek olup olmadığını da sorgulattı. Sanırım o prensini bekleyen külkedisi.

Son sözünü az ilerde uyuyan köpekten başka kimse bilmiyor. Cesedini bulduklarında son sözünü söylemesinin üstünden iki hafta geçmiş. Ertesi gün köpeğe araba çarptı. Adamın son sözünü kimse bilmiyor. Adamın kim olduğunu da bilmiyorlar. Köpeğe cenaze töreni düzenlenecekmiş. Haberler söyledi.

Kadın yüzümdeki tüylerden bıktım diyerek cımbızı alıp tüm kirpiklerini yoldu. Güzel kadın-dı.

Dilini yaktı. Sıcak çikolata değil çakmakla.
Psikopat olduğunu sanıyordu. Nefes alması daha büyük delilikti.

Kibritçi kız da bir kibrit daha yakmış ve hayallere dalmış.

Bu kız daha önce yazdığı sayfaları yaktı,itiraf ediyorum bu kız ordan burdan etkilendi.

 Yazmak istiyorum,kağıtta kan lekeleri görene dek. Ne yazdığımı bilmiyorum ama eminim ruhum hissediyor bir yerden. Şu sıralar ondan biraz uzağım. Günlük işlerim içinde ve hatta günlük duygusuzluğum ve umursamazlığım içinde benimle pek konuşmuyor. Ama hayat başka türlü ilerlemiyor. Duygularıma hapsolmak kurduğum bütün hayalleri öldürüyor. Beni ellerim kaymadan
bulutların üzerine tırmandıracak gücü, mantığımda, duygularımdan çok uzakta buluyorum. Ama tamamen hissizleşmemek için de, işte böyle yazıyorum. Çoğunlukla kelimelerimi geceye bırakıyorum. Herkes sessiz, ruhum yıldızlarla sohbet ediyor, zihnimdeki sesler zaman zaman çığlık atıyor, satırlar dolup taşıyor. Ben bunların oluşturduğu bir bütünüm sadece. Hislerim,kelimelerim,hayallerimden oluşan bir bütün. Huzurlu hissediyorum, hem ruhumda hem bilincimde.
Kelebek hala ışığın etrafında dönüyor.

5 Eylül 2016 Pazartesi

bundan 3 yıl öncesi





Sohbet etmeye geldim. Uyarıyorum ki sohbetim çok eğlenceli değildir. Edebi bir içerik de en azından şu an için vaat etmiyorum. Dinleyen varsa, başlıyorum.

 'Ben ne yazmışım böyle? Hepsi saçmalık!'  Hissi öyle kolay yok olan bir his değilmiş. Zamanla geçer demiştim, azaldı ama hala suratıma çarpıyor.
''Bütün derdim kendimledir.''
Bu yüzdendir ki kendimi bu kadar anlatmaya çalışmam, daha doğrusu kendimi bu kadar tanımaya çalışmam.

 Yanlış hatırlamıyorsam harfleri bir düzen halinde yazmayı 11 yıldır beceriyorum. Kendime ait ilk yazı ve şiirimsi üretimlerim 8 yıl önceydi ama pek şiirden sayamıyorum. İlk satırı, 'Güzel kitap,güzel kitap' diye başlayan şiirim okul birincisi olmuştu. Şiir demeye bin şahit.
Bundan 4 ya da 5 yıl önce, ergenliğe yeni yeni girmişim ama ağır bir başlangıç olmuş. O zamanlarda en çocuksu sorunumu abarta abarta, kelimeleri süsleye süsleye yazdığım defterim; bugünkü yazdıklarımın temeli oldu. O gün bugündür yazıyorum. Yazdığımı zannediyorum.
 3 yıl önce de, bugün, buraya yazmaya başladım. Karar süreci uzadı gitti, ama tam 3 yıl önce bugün ilk defa yazdığımı insanlara gösterme cesaretinde bulundum.
O dönemlerde bu bloga özel defterim vardı. Takip edenler, tabi 3 kişi o zamanlar, üçünü de unutmam, böyle maddeler yazıyor. Yazılacaklar, taslaklar onlar bunlar hepsi listeli. Sonradan bıraktım gerçi bunu.
Çok az  tanısam da kalbini hissettiğim biri var, en son bir yorumda şunu demişti; '' Sonra yazmaya başladın ve maalesef, fakat büyük bir sevinçle, girdaba kapıldın. Yazmaya başladı mı birisi, geri bırakamaz. Bu yolda sürünür, kendini kaybeder, acıdan kıvranır ama bırakamaz.''
Öylesine doğru, öylesine beni anlatıyor ki, hayran kalıyorum. Gerçek anlamda yazmaya 3 yıl önce burada başladım ve o zamandan beri,bugün bile, defalarca 'sakın yazmayı  bırakma' tepkisi aldım.
Teşekkür edip, mutlu oluyorum, iyi dilekler hep havada uçuşuyor. 
 İyi dilekler bana cidden iyi geliyor. Yüzünü görmediğim, tanımadığım insanlar bana çok samimisin, çok eğlencelisin, iyi kalplisin, seni seviyorum, çok yeteneklisin yazmayı bırakma diye uzayıp giden içtenlik dolu mesajlar atıyor. Öyle anlık sohbetlerde çok laf yapan biri değilim, düşünüp uzun uzun yazma taraftarıyım, içimde oluşturdukları sevinci ne kadar belli edebildiğimi bilmiyorum ama, burada dahi gelen her yorum bana tekrar tekrar hayaller kurduruyor.
Zaten ben yazmayı bırakamam. Bundan ibaretim. Kendimi istediğim gibi ifade edebildiğim tek zaman elime kalemi aldığım zaman. Konuşurken, mesaj yazarken, telefonda söylemek istediklerimi söyleyemiyorum. Düşünüp yazmaya başladığım zaman, içimdekiler bir 'millet ne der' süzgecinden geçmeden, olduğu gibi kalbimden kalemime dökülüyor. Normalde kendime bile itiraf edemediğim tüm gerçeklerim, defterlerimde yer aldıysa, inanmaktan başka çarem kalmıyor.

Velhasıl bugün bu sohbeti çok uzatamıyorum. Kendimi yeni şeylere hazırlıyorum. Benliğimi aramaktan çıkıp, kendimi yeniden yazmaya çalışıyorum. 3 yıldır, 3 gündür veya 3 saattir burada olan herkese teşekkür ediyorum, iyi ki varsınız. Bütün içtenliğimle söylüyorum bunu. Beni okuyup anlayanlar oldukça yazmak daha özel ve daha anlamlı oluyor.

23 Ağustos 2016 Salı

birikmişlikler vesaireler



 Selamlar, iyi akşamlar.  Denemeye geldim. Deniyorum denemeye çalışıyorum nereye varırım bilmiyorum. Nereye varacağını bilemeden yazmak daha güzel. Sonun sana sürpriz yapıyor. Kendi kalemin seni şaşırtabiliyor. Yalnız şu var, neden insan yazarken biraz daha duygusal, biraz daha karamsar ruh haline düşüyor? 

''Geçtiğin yerler hep kahve kokuyor'' cümlesi ne güzel bir iltifat. Kahve ve kokusu. Kahve kokan kız olmak. 
 Kelimeler üzerinde düşünmeyi ya da oynamayı seviyorum. Kelimeleri hissetmeye çalıştığım bir gündeydim, bir şeyler üretip not alıyordum. Kafamda alfabe hakkında fikir yürütürken, arasında taşıdığı harfleri düşünerek 'az' kelimesinin ne kadar fazla olduğuna bakakaldım .Sonra  a ile başlayıp z ile biten kelimelerin ne kadar özel olduğunu, sanki bir tür sonsuzluk ya da var olan her anlamı ve her harfi taşıyormuş gibi  asil olduklarını düşünüyordum, yolda yürüyorum bi' yandan. Araba geçiyor, kafam dağılacak tam ama hissetmek istiyorum.  Örnek arıyorum bu kelimelere; akdeniz, amansız, alakasız.. Bunları düşünürken a ile başlayıp z ile biten  tarif edemeyeceğim bir ayrıntı çarptı kafama, gülümsetti itiraf ediyorum. Aslına bakarsanız bu ayrıntı beni sık sık gülümsetiyor. Velhasıl kelimelerin taşıyabilecekleri anlamlar üzerinde düşünmeyi de seviyorum. Kişiye göre ya da kişiler arasında değişen anlamlar. Daha üretecekken yürüyeceğim yol bitiyor, kafam dağılıyor.

  Her kalemde satırlara cevaplamaya korktuğum; aslında cevabını bulmayı pek de istemediğim sorular düşüyor. Yazmadığın her dakika zarardasın demişti biri, ben uzun süredir zarardayım gibi. Ve ben biraz da zararlıyım. Kime' demeye gerek yok kendime. İç çatışmalar insanı kendi içinde parçalara bölüyor ve kimin kim olduğu ayırt edilemiyor. Aslında hepsi kişinin kendisi. Ve düşünceleri ne kadar fazla olursa hayalleri o kadar güzel oluyor.
 Overthinking diye bir terim var türkçeye güzel çevrilmiyor. Ama şöyle diyorlar; var olmayan problemler yaratma 'sanatı'. Emin olabilirsiniz sanatımı elimden geldiğince güzel icra ediyorum. Başarılıyım ki sadece bu konuda alçak gönüllü olmaktan münezzeh ve uzağım.

Hayal gücümü içinde kayboluncak kadar genişletmek istiyorum, illa kaybolacaksam, hayallerimde kaybolmalıyım.

 Aslında insan nerede yanlış yapsa, ya hisleri yüzünden ya mantığı yüzünden yapıyor bu nesnel bir gerçek. Beyin ve kalp bir çatışma içerisinde, bu da ruhu parçalara bölüyor. Kalbin yaptıramayacağı şey yok ama beyin de mutlu yaşamayı vaadediyor. Kalp insanı yoruyor ama beyin de biraz duygusuz kalıyor. 
Kalbimi seviyorum ama beni çok üzüyor, ama hissedebileceğim en güzel şeyleri bana hissettiriyor. 
Mantığımı seviyorum ama bazen beni robotlaştırıyor, ama yaşayabileceğim en doğru hayatı bana sunuyor.
Ruhumu seviyorum ama beni parçalara ayırıyor, ama düşleyebileceğim en güzel hayalleri benim için yaşanmışçasına saklıyor.

  Hayal kurmak, insanın zihninde sınırlı kalmıyor. Çoğu kez gerçekleşince büyüsünü kaybeden hayaller, gözlerini kapatıp düşlerken seni sonsuz bir büyünün içine düşürüyor. 

Düşlerimin içinde kaybolmak istiyorum.

 Ne zaman olacağı, hatta olup olmayacağı bile belli olmayan bir olay için gün saymak, umudun hayatı ne denli özel kıldığını gösteriyor. Evet, ne zaman olacağını bilmediğim, hatta gerçekten olacağından bile şüpheli olduğum bir olay için aylardır gün sayıyorum. Umudum hayatımı özel kılıyor.

 Kafama önceden taktığım bazı sorunlar, başıma gelip geçince o kadar da önemli değilmiş geçti bitti oluyor ve bu beni epey mutlu ediyor. Zaten şey diyordum; şu an yaşadığımızdan daha ciddi bir acı yaşayınca önceki anlamsız ve önemsiz geliyor. Acınınsa sınırı yok, arttıkça artabiliyor ki bu da acı çekmeyi ve üzülmeyi gereksiz hale getiriyor. 
Üzülmekten çok, kendime anlam yüklemeye, her şeyi, herkesi, her duyguyu en zirvesine kadar hissetmeye çalışıyorum.Kendimdeyim ama henüz kendimi bulmadım. Ruhumun tüm eksikliklerini tamamlamaya çalışıyorum. Bakın yine deniyorum. Denemek güzel, aslında hayat cidden güzel.
 Bazı birikmişlikler sonucu yine bir sonuca varamadan, yazıyı bitiriyorum.

30 Temmuz 2016 Cumartesi

iyi denemeydi montaigne



 Benim korkum yazdıklarımın beğenilmemesi değil. Korkum; bu beğeniyi takıntı haline getirebilme ihtimalim. Yani ya gün gelir de, kendim için değil, okuyanların beğenisi için yazacak olursam?

  Manevi sıkıntılar diğer sıkıntılardan daha ciddi bence. Derdin ne, çocukların mı aç, hasta eşine mi bakıyorsun, ev mi geçindiriyorsun diyerek duygusal acıyı ve zorlukları küçümseyen insanlar acımasız ve duygusuz geliyorlar bana. Bu somut sıkıntılar geçer, ya da imtihandır, hayatının sonuna kadar bununla yaşarsın. Ama somuttur, çare vardır. İmkansız değildir. Dermanını insanlarda bulabilirsin,dua edebilirsin, çalışabilirsin, en azından elinden bir şeyler gelir. En azından sabredebilirsin.
 Ama insan manen çöktüğü zaman, bunu kendisi bile düzeltemez, düzeltecek gücü kendinde bulamaz. Düzeltmek isteyenlere düşman kesilir. Bu soyut sıkıntılar insanı yaşamaktan uzaklaştırır, umudunu emer ve hatta intihara sürükler. Yaşamanın en gereksiz şey olduğuna, en küçük umudun bile en derin karanlıklara dönüştüğüne inanırsın. En kötüsü bunu görürsün. Hüsrana komşu olursun.

  Şubat ve haziran ayları arasında olacak, o dönemde hüsrana komşu olmak ne demek gördüm. Yaşamaktan uzaklaştım,umudum yok oldu ve yaşamanın en karanlık, en gereksiz şey olduğuna inandım. Bunu gördüğümü sandım. Kalbimle inandığım sayesinde intihara sürüklenmedim ama ölümü her şeyden çok diledim, doğrudur. Sinir hastası gibi bir hasta olduğumu ya da delirdiğimi zannettim.
 Kafamda kurduğum kurguları, gerçeklikten ayıramayacak hale geldim. Kendi düşüncelerimde boğuldum ve her seferinde tekrar dirildim. Bazen düşündüklerimi gerçek zannedip, bazı yaşadıklarımın hayal olduğunu sandım. Hayali arkadaşlarım hiç olmadıkları kadar fazlaydılar ve en kötüsü onlarla konuşmam da gerçekteki insanlarla konuşmam gibi bir etki bırakıyordu bende. Hayalimde sevinince kendi kendime gülüyor, hayalimde sinirlendiğimde bu sinir gerçeğe yansıyor hatta bazen ağlıyordum. Cidden delirmiş gibiydim. Gerçek ve hayali ayıramayan bir deli.
  Beni bu kadar dibe kimler ve neler sürükledi konusuna bakarsak, bunlarla ilgili yazılmış sayfalarca yazı var ve burada herkesin içinde, zihnimin kuytularına gömdüğüm acıları hatırlayacak ve hatırlatacak kadar cesur bir insan değilim. Bunun cesaretle alakası var mıdır yoksa akıllıca bir hareket midir, tartışılır.
''Çoğu zaman insanları güçlerinden aslında güçleri olmadığını iddia ederek vazgeçerler.''
 Zorluklar karşısında, savaşacak gücümün olmasına rağmen; başarısızlıklarımı, umutsuzluğumu, ve benzeri can sıkıcı hallerimi ağır bir depresyon bahanesiyle açıklamak, itiraf ediyorum ki; kolay geldi. Savaşıp yaşadığım bütün manevi zorlukları atlatacak gücümün olmasını bilmeme rağmen, belki de yorulmuş olmamdan kaynaklıdır ki, her şeyden elimi ayağımı çekip kendimi bırakmak, birilerinin gelip beni kurtarmasını beklemek kolay geldi. Kurtarmaya gelen olmadı mı, oldu. Uzattıkları ele tutunmak işime gelmedi. Kabul ediyorum gücümün olmadığını iddia ederek, kolaya kaçtım.
 Kendimi kayıp mı ettim, yoksa hiç mi bulamamışım ki aylardır  yoğun, yorucu arayışlarla, benliğimi bulmaya çalışıyordum. Fark ettim ki, kendimi oturup düşünerek bulacak değilim, yaşamam ve yaşarken yaptıklarım beni kendimle tanıştıracak. Bu arayışın gereksiz olduğu farkındalığı, dünyayı daha yaşanılabilir bir yer kıldı.
 Ben böyleyim gibi sınırlandırıcı kalıplara kendimi saklamaktan vazgeçtim. Başkalarının 'sen şöyle bir insansın' gibi nitelemelerine izin versem de; kendime bu nitelemelerin arkasına sığınmak için izin vermiyorum.
 Kurtuldum, nasılını soracak olsanız, ben de kendime soruyorum ama bilmiyorum. Hem de kendim kurtuldum. Sebepler oldu tabi, bazı şeyleri fark etmemi sağlayan, yaşanmışlıklar, cümleler, sözler elbet oldu. Ama en nihayetinde kendim kurtuldum.
''Birden duracaksın soracaksın kendine, neden bu düzen böyle,neden herkes sahte? Sonra bakacaksın göreceksin çaren yok, devam edeceksin,yalandan yaşamaya.''
 Her günümü mutlu eğlenerek geçiriyorum diyemem ki asla da bunu istemem. Yaşamanın bi' anlamı kalmaz öyle. Ama üzülsem bile içimdeki huzurun ve özellikle umudun bilinciyle, üzülmenin bile tadını alarak yaşıyorum.
Sürekli bir şeyler keşfetmeye çalışmak yerine, var olanı yaşamayı deniyorum.
 Hayal kurmak güzel, belki de dünyanın en güzel eylemi. Ama yaşadığım gerçekliğin bilincine varmak, hayal kurmak kadar önemli. Biraz gerçekçi düşündüğün zaman, ve bunu anlayabildiğin zaman, hayal kırıklıkları seni üzmüyor.

 Eğer süper kahramanlarımız bir kez yenilseydi kötülere, ilk yenilmemizde bu kadar tökezler miydik?
Süper kahraman olmadığını fark etmek büyümek demek midir? Peki kötüleri yenen bir süper kahraman olduğunu hayal etmek yalnızca çocukların işi midir?


 Eski yazılarımdan bugüne doğru baktığımda, yazıların montaigne akımına kapıldığım denemelerden uzaklaşıp, çoğunluğu kendi içimde derin anlamlar taşıyan sanatsal bir bütün oluşturmaya çalışmış cümlelere yoğunlaşmışım. Bu aralar yine eskisi gibi denemeleri deniyorum. Montaigne'e sadık kalmaya çalışarak.
 Her şeyde elimden geleni yapıyorum ama takıntılarımdan uzak, kafamı rahat tutmaya çalışıyorum.  Yazılarımı beğenme konusunu başta söylerken buralara geldim. Sohbet havasında geçti benim için. Biraz da durum raporu, durum değerlendirmesi oldu. Merak edene, iyiyim. İyileştim. Hayatı ve yazmayı seviyorum. Tabi yine de tedbir olsun diye insanlardan uzak durmaya çalışıyorum. Teşekkür ederim.

24 Haziran 2016 Cuma

halusi-

  Tek katlı evimizin balkonundan ayaklarımı uzatıyorum. Bugüne girmemize iki dakika var. Ne ara zamanı bu kadar önemser oldum? Artık her dakikayı sayıyorum. Bu bir umuda geri sayım mı, yeni bir umut için beklenti mi? Zaten ben kendimle ilgili sorulara cevap veremiyorum. Çok geçmiyor, yükseliyorum. Ruhen, yahut bedenen. Belki biraz daha yükselsem, meşhur Satürn'ün halkasından ayaklarımı uzatacağım, o kadar ileri gitmiyorum. Başım dönüyor, yüksekçe bir binanın çatısından ayaklarımı uzatıyorum şimdi. Her satırımı, her kelimemi geceye yazıyorum. Ben artık karanlıktan değil, gündüzden korkuyorum. Yıldızları saymak, bulutlara şekil vermekten daha huzurlu benim için. Ay, güneşten daha değerli. Bu yüzden gece hakkında bu kadar konuşuyorum. Bu içim karardığından değil, asıl mutluluğu gecede bulduğumdan. Çok geçmiyor, düşüyorum. Ruhen, yahut bedenen.
  Sahilde denize düşmemizi ya da intihar etmemizi önlemek istermiş gibi konulan demir parmaklıklardan denize ayaklarımı uzatıyorum. Yakamoz, izlemeyi sevdiğim manzara değil. Biraz denize bakıyorum, biraz ışığı yansıyan aya. Gökyüzü neden mavi sorusunu  soramayacak kadar uzağım gündüzden. Gökyüzü neden  siyah? Çünkü yıldızlar böyle güzel.
  Ayağa kalkıyorum şu parmaklıkların üstünde. deniz paçalarımı ıslatmış, fark etmemişim. Kollarımı gökyüzüne kaldırıyorum. Nasıl kimse olmaz? Fotoğraflarımı çekip, haber yapmaları gerekmez miydi? Kimse görmüyor beni. Ya kararmış gözleri, ya da siyaha boyanmış ruhum, gizlenmek için. Rüzgar esiyor. Fırtına mı, sanmıyorum. Meltem derler ya, öyle hafif hafif. Parmaklıklar ince. Düşüyorum. Ruhen, yahut bedenen. Su beni içine çekiyor, düşüyorum. Sesler duyuyorum ama burada kim konuşur? Denizin derinlerinde? Boğuluyorum. Aynı şeyi denize düşmeden de hissetmiştim daha önce.  ''Suyun içinde silah patlar mı?'' Patlıyor. Kanım değil,duygularım etrafa yayılıyor. Suyun rengi değişiyor. Peki ama kim çekti tetiği?  Zaten beni sudan çok sorular boğuyor. Düşüyorum, dibe ulaşıyorum. İnanın, denizkızları gerçek. Canavarları da öyle. Kumdan bir yuvanın  üstünde ayaklarımı uzatıyorum, dağılan duygularımı toparlamak için. Burası çok güzel, gülümsüyorum sessizce. Geliyorlar, denizkızlarını öldürmek için. Ben yüzme bilmem. Kollarımı çırpmaya başlıyorum can havliyle. Yükseliyorum. Ruhen, yahut bedenen.  Yüzeyi buluyorum, yoruldum.        
  Karaya vuruyorum, kumların içine. Gökyüzüne bakıyorum ay yok. Kuyuya mı düşmüş? ''Hanım ip getir ay kuyuya düşmüş'' diye bağırsam, ''Hoca Efendi sen kafayı mı yedin?'' diye yankılanacak sesim ilerideki dağlardan.  Ama dur burada dağ yok, burada kuyu da yok. Susadım, kuyu suyu. Bana kuyu suyu lazım da saplanmışım ki kumlara. Hayır ay kuyuda değil. Yerini güneşe bırakıyormuş meğer. Hayır gün doğuyor ben buna katlanamam. Gözlerimi kapatıyorum. Emin değilim ya yükseliyorum ya da düşüyorum. Tek katlı evimizin balkonundan ayaklarımı uzatıyorum. Ruhen yahut bedenen.
  Kahve yapmak için içeri giriyorum. Sesler duyuyorum, burası ev.

-nasyon


''Kızım paçaların ıslanmış, üzerini değiştir.''


19 Haziran 2016 Pazar

dün gece







23:32
 Sokak lambasının ışığı altında yazıyorum.Satırları az görebiliyorum,yazdığım kelimeleri de öyle. Az sonra okuyacaklarınız bir sabahlama yazısı olacak, pes etmediğim takdirde. Yazılanlar kafamın içinden ve ruhumun en derinlerinden gelen deli dalgalar. İyi seyirler.

 Gökyüzünde yıldızlar var ve içimde tarif edemediğim huzur gösteriyor ki, ruhum oraya ulaştı. Dostlarının yanına. Hisler deyip duruyorum. Şu hissedilenler Beni öylesine boğuyor ki, artık gece yarısını beklemeden balkona çıkıyorum sessizliği solumak için. Kafamda dolaşan sınırsız düşünce ve konuşan onca sese rağmen, sanatsallıktan yoksun, basit durum yazıları yazıyorum. Kalemi elime almaya korktuğum gecelere göre gelişme bu. Düşünmekten korktuğum,anılarımdan korktuğum, korkumdan yazamadığım zamanlara göre, gelişme.

00:04

  Sokak kedisinin gözleri parladı. Bir an için korktum. Peki insan neden en büyük tutkusunu, benim için yazmak, yapmaktan korkar? Bu yaptığının sana getirdikleriyle ilgili. Defterime yazmaya başladığımda,kalemin ucuna dökülecek olan itiraflar,gerçekler ve en zoru, kendime bile açıklayamadığım duygular beni korkutuyor. Sonu gelmeyecek derinlikte cümleler, beni bazen yazmaktan alıkoyabiliyor.

01:06

 Son aylarda sayısız sayfa yok ettim. Bazı hatıralar ne kadar güzel olsa da, zihninin en kuytularına kaldırman gerekiyor. Son aylarda çok defa yazıp,sildim,karaladım. Son aylarda çok ağladım,bazı şeyleri de çok boşverdim. İtiraf ediyorum son aylarda kafayı yedim. Cidden.

Eski bir plak,duman altı düşünceler,deniz manzarası diyemem. Telefondan Amy Winehouse,soğumuş bir fincan kahve,ağaçlar ve çöp. Çöp evet. Derin düşünceler ve kafamın içinde sesler.

02:32

 Ne yaparsam yapayım, kendimi tamamıyla yazamadığım için son zamanlarda üzerine kafa patlattığım tüm gerçekliği tüm gerçekliğiyle yazmaya karar verdim. Anlayana.

 Ölüm farkındalığı beni genç yaşımda buldu. Yok oluşun ne denli yakın olduğu ve ne denli gerçek olduğunu fark etmek yaşamanın boyutunu değiştirdi gözümde. Ölmek için doğduk ve ölmek için yaşıyoruz. Kafam öyle bulanmıştı ki aklınıza gelebilecek her şey anlamsızdı benim için. Fizikten kaldığı için ağlayanlara hayran kalıyordum. Keşke ben de böyle basit şeylere ağlasaydım. Sabahları içimde korkunç bir sıkıntıyla uyanmak,yaşamak için sebepler bulmaya çalışmak yerine, okul gelecek,meslek kavramları keşke beni de rahatsız etseydi. Hissiz kalma endişesi yerine.

 Siz gülmeye başladığınızda zihninizin en derinlerinde en kötü acılarınızı haykıran sesler düşünün. O sesler benim en ufak gülümsememe tahammül edemiyor, en kötü gözyaşlarımı en derinlerde çığlıklar atarak hatırlatıyorlardı. Şimdilerde daha dostane yaklaşıyorlar. Ben ölüm farkındalığını, yaşama isteğimin arkasına saklayınca, onlar da benimle sohbet etmeye başladılar. Yazı yazmama izin veriyorlar. Susmuyorlar ama eskisi kadar acımasız değiller,dayanabiliyorum.

03:15

 17. yaşını mahveden şeyleri affetme. Yıllarca planladığın yaşa zarar veren hiçbir şeyi affetme. Güzelleştirenleri asla unutma. 

 Şimdi şu çocuksu mutlu edebiyatları bırakalım. Acı içinde sürünüyoruz. Birilerinin sigara yaktığı gecelere, ben fincan fincan kahve dolduruyorum ciğerlerime. Birileri ağlıyor acılarına. Ben gökyüzüne ve parlayan aya.

04:00

 Karanlık. Fazlasıyla sessiz ve aslında fazlasıyla gürültülü. Belki yapay seslerden uzak diye. Köpek, baykuş,horoz ve böcekler. Birkaç farklı kuş. İnsan çığlıkları geliyor ama gerçek mi kafamın içinde mi ayırt edemiyorum.
 Artık hiçbir korku filmi korkutmaz beni. Ağaçların arasındaki karanlığı seyre daldım dakikalarca ve belki kayboldum orda. Hayvanların en vahşi yanlarını duydum bu gece ve en paranormal senaryoları kurdum kafamda.
 Ayaklarımı aşağıya sallandırıyorum,düşsem? Korkmuyorum. Karanlığa sığınmayı öğrendim ben fiziksel acı korkutmuyor.

04:09

Geceye ait ilk tren düdüğünü duydum,saniyeler sonra vagonların kalabalık gürültüsünü.
''Gel diyorum gözyaşım ol, yemin ederim bir daha ağlamayacağım. Kirpiklerimde saklayacağım seni''

  Kuru soğuk aklımı kurcalıyor hala ara sıra. Bugün içinde belki aklıma geldi ama fark etmedim gündüzün gürültüsünde. Ama gecenin sessizliğinde, bir anda kafamdaki bütün sesler bunu fısıldamaya başladı kalbime. Gün içinde pek umursamadım belki bu yokluğu ama gecenin karanlığında biraz canım yandı sanki.
Hiçbir beklentim yok, bu durumla ilgili en büyük umudum bir an önce sessizce içimin yıkık dökük harabelerine çekilmesi. Bu konu üzerine de daha fazla yazacak değilim, günlerdir gelmeyen gözyaşlarım boğar beni her şeyden önce.

04:13

 Köpekler hiç olmadık bir kalabalıkla bağırıyor. Sokak lambasının altındaki böcekler gitmiş ve yıldızlar azalmış. Sanırım ay bile uyumuş.

04:27

 Yerdeki otların içinde dolaşan milyonlarca küçük böcekten,yukarı doğru yavaşça uçup yıldızların arasındaki milyonlarca yaşama doğru bir baş hareketi. Sana evreni ve var oluşunu açıklıyor. Bir baş hareketi, aşağıdan yukarı doğru bakıyorsun ve bir şeyler yeniden anlam kazanıyor. Bir baş hareketi,yaşama olan bağlılığını, ölüm farkındalığının önüne getiriyor. Sayfalarca yazmaktan ağrımaya başlayan ellerini,parmakların kanayana kadar yazmak için zorluyor. Bir baş hareketi ve yeni bir doğuş.  Gecenin getirdiği bu yeni huzura bir şarkı armağan ediyorum. Yapay bir ses, sessizliği deliyor;

  '' Benim gönlüm sarhoştur yıldızların altında.''

04:35

 Gökyüzünün renginin değiştiğini fark ettim. 'lacivertimsi' .  Sessizlik çöktü, şehre değil, kalemime. Gecenin delisiyim ben gün doğmaya başlayınca korkuyorum gerçeklerden. ''Yalanlar acı ve gerçekler acımasız.

 Hava serinliyor. Ellerim üşüyor,ısıt. Ellerim üşüyor kalemi tutmaktan. Küçüklüğümden beri fark ettiğim bir koku var. Demiştim ya 'hatıralar güzel kokar'. Bu sabahın kokusu beni geçmişime götürüyor. Sanki güneşin saçlarına toz toprak karışmış bu da gün doğumunun kokusu.

 Bu gece kendimi keşfediyorum. Bu gün doğumunda satırlara beni ve benliğimi oluşturan hislerimi yazıyorum her şeyden çok. Aşkı,acıyı,keşfetmeyi,huzuru,kelimeleri ve hisleri. Benliğimi.

 04:56

Gökyüzü benim,ben gökyüzüyüm.

Burnumun kızardığını hissediyorum. Balkonu aştım, çatıdayım. Güneş doğmadı ama gölgesi sokak lambasına olan ihtiyacı azalttı.

05:08

  Aklım yine dağıldı. Gün doğumuna dağıldı elbet. Fark ettim ki, bir şeyler yaşamaya değer. Ölüm gözlerimi daldırdığım karanlıklar kadar gerçek ve yaşayabilmek ruhumun arkadaşı olan yıldızlar kadar güzel. Yaşamak değil,yaşayabilmek. Hissedebilmek. Geceyi ve sessizliğini hissetmek, hislerimin var oluşu. Yazdığım her satırda ve tükenen her kalemde ben saklıyım. Ve bunları en içinde hissetmek gün doğumundan korkmak kadar güzel.

  Bazı anılar ne kadar acıtsa da hatırlanmaya değiyor. 17. yaşını mahveden hiçbir şey affedilmeye layık değil. Bazı duygular uğrunda savaşmaya değiyor. Bazen şarkılar döktüğün gözyaşlarına bedel olabiliyor.

05:17

Gökyüzünü ve şehri çekiyorum içime. Günü yaşıyorum.

05:23
''Hep böyle değilmiş adam,konuşmuş çocukken falan''

05:54

Bu benim.


17 Haziran 2016 Cuma

deli dalga

05:07
''Bir fikirle geldi bana bu deli dalga''

 Güneş doğunca uyuyup güneş batınca uyanıyorum. Bu saatler insanın kafasının dumanlı olduğu saatler. Düşünce boldur,ama toparlamaya çalışsan ne düşündüğünü pek de kestiremezsin.

 16.6.16   16:16 'da bi' dilek tuttum. Böyle şeylere inanmam sadece 6 rakamına olan sevgimden yaptım bunu.
 
 Balkona çıkıp sigara içerek kafa dağıtmalık havam vardı bugün, yapmadım. Çünkü bunu daha önce hiç yapmadım. Kafa dağıtmam ben kafam hep dağınıktır. Sigara da içmem kahve içiyorum.

  Kafamın içinde konuşan birileri var. Hasta değilim,delirmedim de. Kendimi bildim bileli hayali arkadaşlarım var ama ara sıra beni ele geçiriyorlar. Susmuyorlar.

  pink floyd hey you diye fısıldıyor.

 Beynimde deli dalgalar dolanıyor. Hiç kimse susmuyor ayrıca hiç kimse dinlemiyor.

Bir rüya görmüştüm güzeldi, ama bu rüyanın gerçekleşmeyeceği farkındalığı içimi parçalıyor, bilinçaltımda hala var olan umut da beni zayıf düşürüyor.

Geceler biraz sorun oluyor.

05:16
''Sesi titrek yüzünde yastık izi.''

14 Mayıs 2016 Cumartesi

sen ve ben benziyoruz


Bu bir kasaba hikayesi. Bir göl vardı boğduğu bedenlerle ve terk edilmiş bir evle birkaç solmuş bitki. Terk edilmiş bir sevgiyle bir kız vardı ve bir çocuk.
Çocuğun yüzünde maskesi vardı. Ne olduğunu, ne düşündüğünü, ne söylediğini anlamak olanaksızdı. Bir adım geride durur, kendini gizler sırlarıyla yaşardı. Geçmişi kirliydi ve kesinlikle bilinmezdi. Karşısına çıkınca kızardı. Yüzünde maskesiyle ruhunu gizlerdi. Çocuğu tanımak çok zordu. Bir torbası vardı. İçi meçhule yakın. Parası gereksinimleri vardı ya da oyuncakları. Belki sakladığı başka şeyler vardı. Ya da öldürdüğü bir ruhun parçalarını doldurmuştu torbaya.
Çocuğun elinde bir silahı vardı; kıza doğrulttuğu. Ve bir mermiyle kan akıtacaktı mutlaka. Nefretini,acılarını belki sessizliğini. Mermilerinden birini seçecekti.
Kızın tek yapabildiği teslim olmaktı. Kollarını kaldırdı, çocuğun kollarına kendini bırakmaya hazırdı. Kızın yapabildiği, olduğu gibi, tüm varlığıyla, her şeyiyle sevebilmekti.
Çocuk ateş etti mi farkında değildi. Kız yaralanmıştı. Canının acısını hissediyordu ama çocuk
onu hissedebildi mi, bilmiyordu. Çocuk istemeden kızı vurdu ve tüm mermilerini kullandı. Kız konuştu, çocuk kızdı. Kız sustu, canı yandı.
Neler yaşadıklarını ikisi de fark etmedi.  Çocuk öldürdüğünü kız öldüğünü anlamadı. Çocuk kötüydü, kız aşık.

   "'sen ve ben benziyoruz.' ve biz biraz da  bu hikayeye benziyoruz. Silahın vardı ben teslim oldum. Farkında değildik ne yaşadık ama çocuk kötüydü, kız aşık. "

Diyerek asla okunmayacak bir sayfanın sonuna not düştü bu kız. Pek bilinmedi bu iki hikaye, zaten bütün sitemler de  iç çekişlerde hapis kaldı.

1 Mayıs 2016 Pazar

güneş diğer yıldızları yer

 abduction, alice, and dark resmi




 Şimdi gel, bak yıldızların altındayız dinle geceyi. Şimdi gel kollarıma uzan ve korktuğunu hissettir bana; koruyacağım seni. Şimdi gel, sana bir hikaye anlatacağım. Bak yıldızların altındayız ve seni zerre bilmiyorum. Zerre istek de yok içimde tanımak için. Kız,erkek, belki çocuksun, belki benim kadar varsın. Belki ruhun yaşlandı yıllar önce belki tanıdıksın ya da yabancı. Belki öldün, bedeninden uzaktasın. Pek ilgilenmiyorum. Sadece gel uzan. Korktuğunu biliyorum. Aslında bana bakmaya bile korktuğunu biliyorum ama ben kötü biri değilim. Kork sen, ben koruyacağım seni.
Şimdi gel, yüksekçe bir binanın çatısındayız. Hayalini dinle şimdi. Yıldızlar yukarıda ve geride kalan her şey, insanlar dahi ayaklarının altında. Şimdi gel sana şehri göstereceğim. Şimdi sana acı gerçekleri ve acımasız yalanları anlatacağım. Şimdi gel, uzan önce yıldızları say. Bittiğinde ve gözlerimin içine baktığında sana gözbebeklerinde parlayan şehri ve ışıklarını anlatacağım.
Ana caddeleri,kalabalıkları ve kargaşayı. Gürültüyü. Ara sokaklara bakmak ister misin? Kimsesizliğe ve çaresizliğe, ölüme,yutulan çığlıklara,karanlık ve sessizliğe. 
 İstersen bütün evleri tek tek gezelim. Mutluluğa sevgiye,aileye, kavgaya, üzüntülere,strese,eğlenceye ve bütün o arzulara arsızca şahit olalım.
 Uçup her apartmanın çatısına konalım ve duvarlara başımızı yaslayıp bütün sırları dinleyelim.
Şimdi gel, korkuyorsun ben koruyacağım seni. Şimdi geceye teslim ol. Yüzünde bir maske var, içimi ürpertiyor. Çıkar maskeni, duygularını haykır yeni ay'a. Hislerini görmek istiyorum. Şimdi gel bir olalım. Yüreğini aç ve gözlerime bakarak ağla. Bak karardı gece ve karardı gözlerimiz. Kimse duymayacak seni ağla. Dinle,gözyaşları masumdur. Kim olduğun önemli değil eğer ağlıyorsan; bir şairin katili ya da bir gecenin kabusu olsan da, ben affederdim seni. Gözyaşı pişmanlık ya da acıyı saklar. Bunlar sel olmuşsa sende, gel canımın en içi ol; kollarıma uzan. Şehri unut şimdi sana insanları boşver desem, boşveremeyeceksin bilirim. Düşün bütün elinde bıçak olan kötüleri, kaldırımda aşkı arayanları düşün bütün şirk koşanları ve farkında olmayanları. Bütün günahları düşün ve umutsuz günahkarlarını.İyiler yok belki de, iyi sandıkların henüz sana kötülük yapmamış kötü kahramanlardır. Sen kork insanlardan, ben koruyacağım seni.
 Şimdi gel,unut bunları. Uzan ve yıldızları say güneş doğmadan. Güneş doğduğunda diğer yıldızların ışığını söndürmüyor,izin verme seni kandırmalarına. Güneş diğer yıldızları yer,yamyam misali. Korkunç gerçek böyle.
Bak şimdi hayalini dinle. Yüksekçe bir binanın çatısındayız. Atlamak istersen koruyamam seni ama eşlik ederim bu başkaldırıya. Şimdi gel uzan. Hikayem bitmedi daha ama gece bitecek. Güneş doğacak ve biz sisli boş bir sokakta yürürken bir arabanın ön camında ağlamaktan şişmiş gözlerimize bakacağız. Buğulanmış camlarına var oluşumuzu yazacağız. Adını sormayacağım. Belki bir tarih yazacağız ama ben hangi yılda olduğumuzu da sormayacağım. Günleri karıştıracağız. Sonra, gece izlediğimiz caddelerden birinde sırt sırta duracağız. İnsanlar yataklarında gözlerini ovuştururken, on adım atıp aniden birbirimize döneceğiz. Silah doğrultmayacağım sana ama sen en derin yarayı açarak kazanan kovboyu olacaksın kasabanın. Gözüne güneş vuracak karşıdan,kısacaksın karanlık gözlerini. Kaybolacağım ben. Sonra tekrar arkanı dönüp yürüyeceksin. Ölü bir kuşun tüylerini alıp yarama değdireceğim ve solan ağacın kuru yapraklarından birine, seni yazacağım kırmızıyla. Damarlarımda akıp kanıma karışacaksın. Veda etmeden ayrılacağız ve tekrar görüşürüz gibi boş vaatlerden bahsetmeyeceğiz. Tekrar görüşmeyeceğiz. Güneş doğunca sen benim varlığımdan bihaberken, ben sen unutmayacağım. Masken var tanımayacağım seni; ortak hisleri paylaştık, birbirimizin yüreğine ağladık, unutamayacağım seni.
Şimdi yüksekçe bir binanın çatısındayız güneşe az kaldı.

Hikayem bitmedi. Bu anlattıklarımın da hiç anlamı yoktu. Sadece birkaç dakika kaybolmanı istedim zihnimin derinlerinde. Kilometrelerce uzakta da olsan, hiç duymadan sesimi, aklımdan geçen karmaşaları hissedebildiysen, ne  mutlu var oluşumuza.

Velhasıl,
Şimdi gel kollarıma uzan ve korktuğunu hissettir bana. Koruyacağım seni. Ama önce uzan ve yıldızları say. Bitene kadar burdayım ben. Yüze gelmeden güneş doğarsa ya da sıkılırsan, kork sen atlarız beraber.

14 Nisan 2016 Perşembe

bazı zamanlar olur.





Kaç güzel şair kaybolmuştur,sahibine ulaştıramadığı şiirlerini susa susa?
Kaç yazan ruh,gömülmüştür satırlara, kağıtla buluşturamadığı satırlarını susa susa?

 Bazı zamanlar olur, yazacak çok şeyin vardır, kelimelerin olmaz. Hani bazen konuşacak çok şeyin olup kimsenin olmaması gibi. Ya da milyonlarca düşünce kafanı kurcalarken, oturup hiçbirini toparlayamaman gibi.
  Bazı zamanlar olur, neyi sevdiğini,neyden nefret ettiğini karıştırırsın. Hani hiç sevmediğin şarkıyı saatlerce dinlemen gibi. Hani yüzünü buruştura buruştura şekersiz kahve içmen gibi. 
 Bazı zamanlar olur, hayat ne güzel diye mutlu olurken; bazı zamanlar olur, hangi deniz beni boğsa diye düşünürsün.
 Bazı zamanlar olur,ağlamaktan kalbin acır, bazı zamanlar olur gülmekten gözlerin yaşarır.

 Yazacak tonlarca düşüncenin altında ezilirsin bazen, ya da söylemen gereken sözlerin. Sayfalar boş kalır, sen boşluğa düşersin. Dipsiz bir boşluktur ki, kelimelerin yetmez. Satırlar susar hatta küser. 
Bazen öyle şeyler olur. Ne olduğunu kendin de bilmezsin.
   


23 Ocak 2016 Cumartesi

mutluluktan muafsınız

           art, black and white, and faceless resmi


''Kafan güzelken,ruhun idare eder''
Sözlerin güzelken,düşüncelerin değersiz.

Gerçeklerin acı,yalanların acımasız.
Sesin güzel,şarkıların sıkıcı.
Uykun güzel,rüyaların kabus.

Yüzünüz güzelse,kalbiniz çirkin.
Kollarınız güzelse,sarılmalarınız çok uzak.
Gözleriniz güzelse, bakışlarınız anlamsız.

Cesursunuz ve utanmadan yoksun.
İstiyorsunuz ama sevmekten uzak
Mutluluktan muafsınız,timsah gözyaşlarına mahkum.
Söyleyecekleriniz var;
Ağzınız dolu ama ruhunuz boş.

Gidişler güzel,özlemler dumanlı.
Gökyüzü güzel,bulutlar ağlamaklı.
Deniz güzel,boğulmak hissiz.
Ağlamak güzel belki, tebessümler sahte.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                      

8 Ocak 2016 Cuma

belki



Belki son yudumdu asıl canımızı yakan. Belki müzik kesilip,insanları duymaya başladığımızda bittik biz. Belki yalnızlığımıza zarar verenlerle üzüldük,sahte tebessümler ve saçma yalanlarla. İstemediğimiz şeyleri söyleyip, istediklerimizi yutunca içimiz yandı belki. Belki o hislerin sebebi kahveler, son yudumda hep hüzün bıraktı içimize,belki de ondan gülemedik yeterince içten. Dökemediğimiz gözyaşlarımızla boğulduk belki, yazmaktan terleyen elimizde. Gerçekleşemeyen hayallerimize sitem ettik belki,doğmayan umutlarımıza.
Unutulan sözleri özledik,dokunamadığımız aşkları özledik.
Çocukluğumuzdan kopunca,büyüdüğümüz için üzüldük belki.
Kahvenin kokusu hüzünlendirdi bizi.
 Belki de son yudumdu asıl canımız yakan.