bir kez olsun abartma

Bu defteri, yazmanın benim için ölüm kalım meselesi olduğu lisenin ilk yıllarında almıştım, İstiklal Caddesi'nden. Şimdi baktığımda utancımdan üç satırdan fazla okuyamadığım şeyler yazıyordum o zamanlar. Ama insanlar seviyorlardı. Onlar alkışladıkça ağzının suyu akan bir şovmen gibi daha çok yazıyordum ve bu yazma eylemini seviyor, zevk alıyordum. Kafamı boşaltıyor ve beni bir şeylerden uzaklaştırıyordu. Sonra "neyi nereye yazacağım" diye bir soru her şeyi mahvetti.  Evet eminim bu soru yüzünden yıllardır yazamıyorum. Günlüklerim için ayrı, denemeler için ayrı, alıntılar için ayrı, planlar için ayrı, not tutmak için, karalama yapmak için, temize çekmek için ayrı defter kullanmak istiyordum. Çok fazla kategorim vardı ve bazen bir yazıyı hangi kategoriye koyacağıma karar vermek günler alıyordu. Birden fazla kategoriye yakışan yazılar içinse durum çok vahimdi.  Önce karalama defterine yaz sonra ilgili deftere yaz; halka arz edilecekse blogda yayınlamak üzere bilgisayara yaz. Bu tekrar yazılmalar esnasında göze kulağa daha hoş gelen birtakım değişiklikleri ilgili defterlerde de düzelt. Sonra internette yolda okulda bi yerde birini görüyordum yanında sürekli taşıdığı Tek defteri ile. Her şeyi ona yazıyordu; yemek tarifini de, önemli bir notu da, kalbinin acısını da. Şimdi sırada ona özenmek vardı. Benim yanımdan asla ayıramayacağım bir defterim yoktu. Diyelim deneme yazmak istedim günlüğe mi yazacaktım? Karalama defterini de yanımda taşımayı göze alamazdım ki içinde tonlarca kağıt parçası vardı defterlerden koparılmış. Anı defterine eve gidince yazmaktansa arkadaşlarım yanımdayken yazsam hatta onlar da bir iki cümle ekleseler hoş olmaz mıydı? İyi de nasıl düzene koyacaktım tüm bunları?
 Koyamadım. Aradan yıllar geçti hala neyi nereye yazacağımı bilmiyorum. Yazmak deyince içimde uyanan negatif hisleri de düşününce hiç yazmıyorum zaten. Bütün bu kararsızlıklar, pişman olup sayfa yırtmalar parmağımdaki kalem izleri, bilek ağrıları beni yavaş yavaş o sözde en büyük tutkumdan uzaklaştırdı. Şimdilerde kod yazıyorum. Yazar olmak istiyorum cümlesinin beni bir kod yazarı yapacağını düşünmemiştim. Kötü oldu demiyorum.
 Bir süredir istediğim ama adım atmadığım için beni strese sokan yazma işine geri dönme'ye bu yazı ile adım atmış oldum. Filmlerdeki gibi beklenmedik bir ilham anım olacak mı, buruşturulup atılmış kağıtların olduğu bir odada masa lambasının ışığı altında başımı ellerimin arasına alıp gelecek kaygısı mı duyacağım bilmiyorum.
 Belki de yolumu tamamen değiştirdikten sonra bir gün kitapçının önünden geçerken ilk denemesinde kitap yazan o sahte romantikler hakkında pembe kapaklı kitaplarını elime alıp hoş olmayan şeyler düşüneceğim. Bir süre sonra umutsuzca ve kaygısızca pes edip yürümeye devam edeceğim. Zaten dünyanın çivisi çıkmış diyeceğim kitapçıya çıkarken, ne yapsak anlamsızdır artık.

sefiller

ilkokulda şiir yarışmasında birinci olmuştum, şiirin son satırını babam yazmıştı sağolsun. muhtemelen o yüzden kazandım sekiz yaşında çocuk noluyor da coğrafya kelimesini imgesel kullanabiliyor, dahiyane. sefiller kitabının sadeleştirilmiş halini hediye ettiler. ben de o kitabı kütüphaneye üye olmak için bağışladım. böyle bi olayı vardı kitap getiriyordun sana pembe bir kart veriyorlardı kitap alınca o kart onlarda kalıyordu, kitabı geri verirken alıyordun. ben kitapları değiştiriyordum hep kart orda duruyordu övünmek gibi olmasın. en sonunda bi kitabı geri götürmeyi unuttum, hatırlayınca da utandım öyle hatırlıyorum. kartım onlarda kaldı, kitap şimdi nerelerde bilmiyorum. bütün bunlar olup biterken en fazla 12 yaşındaydım.
dünyanın en küçük ilçesi, pek sevmedim hala da sevmem. 14 yaşındayken liseye gidiyorum bahanesiyle terk ettim zaten, buna asi tarafından bakmayı seviyorum. o küçük ilçenin küçük belediye binasında en üst kattaki küçük kütüphane. Masaları falan metaldendi sandalyeyi çekerken çok ciddi ses çıkardı, epey karanlıktı içerisi çok büyük camları olsa da. Arkadaşım ordan dergi çalmıştı, belediye arşivinin anahtarını da çalmıştı. böyle şeyleri severdi deli biriydi.
belediye binası sahiden garip bi yerdi, gerilim filmi setine benzer boş alanları vardı. şimdi o alanların ofis ya da dükkan açmak için olduğunu anlıyorum. o zamanlar anlamazdım ve bu ürperti bana müthiş bir heyecan verirdi. bir süre önce rüyama da girdi bu kütüphane.
sanırım elif noktamı bulmuştum da farkında değildim. bir daha orda bulunma ihtimalim yok ki çok da meraklı değilim. Nostalji hoş ama abartmaya da gerek yok anlattık bitti.
Sefiller kitabını da hala okumadım, ne orijinalini ne sadesini. Ama hoca miserable ne demek diye sorunca bilmiştim, buna kelebek etkisi deniyor

yine yeni kararlar

Ben kendinin çok özel olduğu yanılgısında olan dünyalılardan biriyim. Herkesten farklı olduğumu, çok büyük bir potansiyelim olduğunu söylüyorum kendime, bir de buna yürekten inanıyorum.
Yalan. Herkes napıyorsa ben de onu yapıyorum. Günümün bir kısmı öyle ya da böyle telefonda geçiyor. Herkes gibi okul okuyorum, böyle bir şeye haddim varmış gibi canımın sıkılmasına yetecek kadar boş vakit buluyorum. En önemlisi yarınlar benim en büyük umudum. Kalan milyarlarca insan gibi ben de yarın mutlu olacağım, yarın değişeceğim, yarın az zamanda büyük işler başaracağım. Yarın çok güzel olacak.
Yarının varlığına güvenen herhangi birinin fark yaratabileceğine inanmıyorum. Kendine ben her şeyi başarabilirim demenin yeterli olduğuna inanmıyorum.
Olayların iyi yanı ise ne olduğumun farkında olmam. Bugün ben sokakta sürekli gördüğüm ve hayatlarının bi anlamı ve amacı olmayışından nefret ettiğim dünyalılardan biriyim. Yarın özendiğim, başarılarını takip ettiğim ya da sadece zerafetini bile hayranlıkla izlediğim insanlardan biri olacağım. Bu cümlemin yukardakilerden tek farkı her seferinde yarım bırakmamdan etkilenmeyerek yeniden yaptığım başlangıç. Ben her pazartesi, her ayın başında, her yıl, her yaz başında, her dönem başında radikal değişimler yapmaya karar veririm. Bu değişimlerin karar olarak kalması beni sıradan insanlardan biri yapan şey; bu kararların her seferinde büyük bir istekle ve inançla alınmasıysa beni diğer insanlardan biri yapacak olan şey.
Yardımımı çok büyük birinden alıyorum. Yanımda olmadığını sandığım ve hatta olmadığı için defalarca ağladığım, yokluğuna nefretler saydırdığım tanrıya, bugün benden gün içinde uzayın bir köşesinde dönüp duran ve komik telaşlarıyla koşuşturan maymunlar olduğumuzu hatırlamamı ve asıl gerçekliği düşünerek on dakika da olsa durulmamı, sakinleşmememi istediği için şükürler ediyorum.
Ölümün var olması ve hayatın ‘ölmeden önce gidilecek on yer’den fazlası olduğu gerçeği beni motive ediyor.
Madem henüz buraya çok yararlı yazılar yazacak kapasitem yok, bunu kendi lehimde kullanıyor ve tanımadığım ama bu yazıyı okuyacak olan belki 3 kişinin önünde söz vermenin motivasyonuyla bu seferki değişimin kalıcı olacağını öngörüyorum.
Ayrıca eskiden blog yazarken en sevdiğim yorum ‘yazdıklarında kendimi buluyorum’ olurdu. Umuyorum ki birileri özellikle bu yazdıklarımda kendini bulur ve ilham verici bi şeylerin başlangıcını yapmış olurum.
Öpüyorum çok. İyi geceler.
buyrun bakalım, canlanalım